Hayallerindeki kahramanlarla yaşamak, gerçek dünyanda görmek istediğin hallerini, düşlerinde olmasını istediğin gibi yaşatıp onlarla muhatap olmak gibi aciz durumdasın. Acizlik ise, yapmaya gücün yettiği halde kendinde reddettiğin potansiyellerin dedi.
Bu kadar açık sözlü olmak zorunda mısın? Zoruna giden benim sözlerim değil dostum dedi kendisine, gerçeklerle yüzleşemeyecek kadar kendini reddetmen dedi. Hayallerinle var ettiğin kişiler döner dolaşır seni yaralar hâlbuki açsan gözünü herkesi olduğu gibi kabul etsen canın bu kadar yanmayacak dedi. Ne kadar sürdü? Ömrünün yarısı böyle geçti değil mi? Kabul et hayallerinle var ettiğin her şey, kâbusun olarak geri dönüyor. Ama onların bir suçu yok herkes oluşunun ritminde, kimse sana olması gerektiğinden fazla bir anlam yüklemedi sen neden bunu yaptın kendi kendine…
Tüm bunları içinden geçirdiğinde hayattan fırçasını yer gibi önce kum taneleri belirdi gözünün önünde sonra iki salıncak belirdi, salıncağın zincirleri ve sonra zihninde küçük bir çocuk parkı oluştu. Yanında ki arkadaşı kendisini bir ileri bir geri yaparak ritmini tutturmuş ileri geri sallanıyordu, gerektiğinde hızını kendi çabası ile düşürebiliyor ya da isterse hızlandırabiliyordu. Bir an bu kadar eski bir anının zihninde belirmesi onun yüzünü düşürdü. Devam etti o an zihninde gezinen anıya sahip çıktı ve tekrar belirmesi için sessizleşti neyi anlatmak istediğini öğrenmek istiyordu.
Arkadaşı gelişi güzel salıncakta sallanırken, kendisinin bunu yapamadığını gördü kendisini ileri geri ittiremiyor, ritmini tutturamıyordu, henüz 15 yaşlarında idi ancak salıncakta sallanmayı bilmediğini o zamanlar fark etmişti. Arkadaşının annesi yanına gelerek sen sallanmayı bilmiyor musun diye alaycı olamayacak kadar ancak bir çocuğun da salıncakta sallanmayı bilmediğine şaşıracak kadar tepki gösterdi. O an ezildi ezildi iyice utandı, bilmediğinden değil çocukluğundan utandı. İnsan çocukluğundan utanır mıydı? Utanırdı, ne kadar kaldıysa yaşanabilecek olan hayal âleminde o kadar unutmuştu yaşını, bedenini, oyuncaklarını ve yanında kimselerin olmayışını.
Bilmiyorum bile diyemedi öylece kalakaldı. Arkadaşının annesi başladı onu arkadan ittirip sallamaya hadi sende çabala, bacaklarını ileri geri yap, bak arkadaşına onu takip et dedi. O çocukluğunu idrak edememiş yüz ifadesi mıh gibi çakılı kaldı zihninde.
An’a geldi ve An’daydı bir araba da ön koltukta oturuyordu, saçlarını kendi haline bıraktığı, beyazları çıkmış, saç tellerini aldırmadan kendi olabilme halini, keşfe çıktığı zamanlarındaydı. Üstünde, annesinin ona çeyizinden çıkarıp verdiği ve annesinin işçi üniforması giymekten fırsat bulamayıp, belki bir kere giyme fırsatı bulduğu o ceketi vardı üstünde kahverengi ve iri düğmeleri olan bir ceketti. Ceketin ağırlığı yüreğine taş gibi oturmuştu ve arkadan annesinin sesi gelmeye başladı.
Ona sorular soruyordu ancak o zihnindeki çocuğun elini mi tutsun, an’da annesinin bir çare sorunlarına cevap mı versin, yoksa ellerine dolanan saçlarını mı kurtarsın, ceketi üstünden mi atsın bilemedi. Olmadık yerde gelen bu hesaplaşmadan kaçabilmek için annesine verdi dikkatini, annesi konuşuyor konuşuyordu, hemde kendini bildiği zamanlardan beri, artık ezberlediği döngüleri ve sorunları konuşuyordu. Susmasını istedi ancak saygısından ve sevgisinden dolayı diyemedi. Bir 40 yıl konuştuğu şeyleri ana karakterler aynı olsa da, yaşadıkları hep aynı olan hikâyeleri anlatıyordu.
Tatlı bir sitemle bunları duymak istemediğini konunun kendisi dışında olduğunu ve tahammülü kalmadığını izah ettiğinde, gelen cevap yine sorgulanması gereken cümlelerdi. Konuşmayıp içime mi atayım, konuşuyorum rahatlıyorum, sen bıktın aynı şeyleri duymaktan ancak bende bıktım diye sıralayıverdi.
İçindeki çocuk hesaplaşmayı bekler gibi karşısına oturmuş bekliyorken, onu bu sefer sarıp sarmalamak istedi. Annesi de kendisi olacaktı. İçinde yaşadığı fırtınadan, yine salıncakta olduğu gibi kendi kendisini ileri geri yaparak çıkarabilecekti. Bu sefer arkasından onu itip hadi diyen birisi de yoktu. Döndü baktı annesine, konuş anne dedi sen konuş rahatla ben dinlerim. Annesi konuştuğu cümlelerin içindeydi, onlarla kayboluyordu ve en önemlisi farkında bile değildi. Ne zaman bu yaralar nasır tutacaktı.
Hiç sevmediği sigarasını aldı eline o an o çocuğa sarılmak için alan açtı kendisine, araçtan indi, o sırada yanına yaklaşan otopark görevlisine bile hiç âdeti olmamasına rağmen sert çıktı, giderken ödemenizi yaparım diyivermişti. Bir türlü o çocukla bir baş başa kalamamıştı. Oturdu kaldırıma ve yaktı sigarasını, açtığı alanda yumdu gözlerini bu içinde taşıdığın yüz ile nasıl görmezden gelerek yıllarca yaşadın diye kendisine kızdı. Orada masum bir çocuk vardı ve görülmek istiyordu, sevilmek istiyordu, öğrenmek istiyordu. Sarıldı ona sıkı sıkıya buradayım, büyüdüm ve elinden tutuyorum hadi dedi, sen otur şimdi o salıncakta, at gövdeni geriye ve saçlarını da, bir ok gibi fırlat vücudunu, bir ileri bir geri, hissediyor musun rüzgârını, bunu sen yaptın, hissediyor musun, saçlarının savruluşunu, mıh gibi kazınan o yüz, kocaman gülmeye başladı, uçuuuyoruuum…
Hadi kalk dedi ceketine, aslında ceketin asıl sahibine annesineydi seslenişi. Düşlerinde olmasını istediği annesine ve gerçekten acılarını görse de gerekli anlayışı kendinde göremeyen tarafına kızdı, sen iyi güzel düşlüyorsun da gerçekte annen acı içindeyken, acıları göz açtırmazken, düşlediğin anne olamadı diye kızmamalısın. Çıksaydın o düşten, o ceketi neden giyemediğini sorgulardın, sen düşledin de, o gerçekte paramparça. Hadi dedi tut elini, o ceketin içinde ki kadının, sarıl kocaman, yaşadıkların omuzlarımda onur ve başıma da taç olsun dedi. Affetmek düşlerindekilerle barışmak ve herkesi olduğu halleri ile yaşadıklarıyla anlamaktı.
Eli salıncağın zincirlerinden direksiyona, ayakları kum tanelerinden gaza geçmiş, basarak gaza yaşamı virajlarıyla dans ettirircesine açtı müziği sonuna kadar. Hadi gidiyoruz içimizde var ettiklerimizi, denizin o derin sularında özgür bırakmaya.