Kadınlarımız,
19.yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kaybolmuştur. Kadınlarımızın yapması gereken ilk şey, içlerindeki doğal sesi keşfetmektir. İçlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın onların kendi doğasından geçtiği gibi içinde bulunduğumuz doğa tabiatının içinden de geçmektedir. Dikkat çekmek gerekir ki bir toplumda kadın ağlıyorsa, ağaçlarda ağlar, toprakta ağlar, kuşlar da ağlar, böcekler de ağlar. Çünkü kadının tabiatı, tabiat anadan ayrı değildir.
Geçmişten günümüze, bu bitmeyen döngü ise maneviyatımızdan uzaklaştırmak isteyenlerin yaptıklarından başka bir şey değildir. İçselleştirmek zorunda bırakıldığımız eziklik ve yetersizlik özellikle yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerle mücadeleye kadar gitmiştir. Unutmamak gerekir ki Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla derken Rahman olan eril enerjidir. Eril güçtür, kuvvettir, güç ister, kuvvet ister. Rahîm olan ise dişil enerjidir. Maneviyattır, sevgidir, merhamettir. Güç ve kuvvet sevgi ve merhamet ile desteklenmedikçe, farklı şekillerde insanlar da zuhur etmektedir.
Rabbi’mizin rahîm sıfatını vücudumuzda zuhur ettirmesi, sandığımızdan da, zannettiklerinden de ayrı bir tanımlama getirmiş ve çözümlenmesi konusunda rehber niteliği taşımaktadır. Bu bilgiler ışığın da ne çok konular aydınlanacaktır ancak yapmamız gereken ilk şey iç sesimize odaklanmak ve yeteneklerimize sarılmak ve birbirimizi desteklemek olacaktır. Bizim bizleri, güç ve kuvveti, eril ve dişil enerjilerimizle birlikte rahîm sıfatıyla desteklemek olacaktır.
Biliyor muydunuz? İlk dokuma işini icra eden Havva Anamızdır. Halıların üstüne hayallerini, umutlarını sanatla işleyen Anadolu kadınlarımız gibi yaşadığımız toprakların adında da biz geçeriz. Yüce sıfatını vücudumuzda zuhur ettiren Rabbi’mizin ışığında karanlıklardan doğmak ve doğurmak dileğiyle…