Çalıştığım bir firmanın toplantı odaları Göbeklitepe, Zeugma, Çatalhöyük diye isimlendirilmişti ve çocukluğumdan gelen arkeolojiye olan ilgim bir arkeoloji dergisine üyeliğim ile desteklenip Anadolu’daki gizemlerin yolculuğuna beni çekmişti. Yoğun olarak 2015 yılından beri Göbeklitepe’yi görme isteğim olsa da her şeyin kendi algımız çerçevesinde zamana alan açtığının bilincindeydim. Yakın zamanlarda yaptığım Şanlıurfa ve Gaziantep gezisi ile Göbeklitepe’yi de ziyaret etme şansım olmuştu.
Yolculuğunu birlikte yaptığımız grubun enerji alanlarını hissettiğimde onlarla bir araya gelmemin bile tesadüf olamayacak kadar canlı olduğunu hissetmiştim. Tur rehberimiz tüm bilgeliğiyle ışığını yansıtarak bizleri aydınlatmaktaydı. Göbeklitepe ziyaretini turumuzun en son gününe saklamıştık. O kadar heyecanlıydım ki sanki ait olduğum yere çekiliyor gibi hissettim. Bu aitlik ruhuma eşlik edercesine bir histi. Göbeklitepe’ye vardığımızda açılan yerlerin hayretinde kalmış ve bir yandan rehberimizi dinlemenin eşliğinde sanki kendimi o alandan çekilmiş gibi beni saran ılıman rüzgârının etkisine kapılmıştım. Sessizliğin ve ılık rüzgârının insan rüzgârdır, dercesine ruhuma fısıldayışıydı.
Herkes gibi benim gördüğümde T şeklindeki sütunların üzerine kabartmaların yapıldığıydı. Tüm sütunlar T şeklindeydi. Boyları en yükseği 6 metreye kadar uzanan sütunlardı ve bir tanesi vardı ki dikkatimi çok çekmişti. Sütuna karşıdan bakıldığında en kısmına denk gelen alanında insan kollarını andıran ve saran ellerle bağlanmış ve hemen insanın kasık bölgesinde birleşen ellerdi.
O sırada hislerim sanki bizlere o noktanın işaret edilmesi gerektiği için o şekilde motiflenmesi gerektiğiydi. Nasıl ki erkekler namaz kılarken ellerini göbeğinin altında birleştirir aynen onu görmüştüm. Bu bölge kasık bölgesinde bulunan sakral çakraya da denk gelmekteydi. İnsan omurgası hizasında kök çakradan sonra ikinci sırada yer alan sakral çarka karnın alt bölgesinde yer almaktaydı. Bu çakra fiziksel bedenin altında var olan enerjisel beden ile ilgilidir ki astral beden olarak da adlandırılan bu beden, insanın duygularını kontrol eder ve insanın duygularını yöneten merkezdir. Bağırsakları, mesaneyi, üreme organlarını kontrol eder ve insanın cinsel duygularını yönetme özelliğine de sahiptir. Adil olmayı, onuru ve gücü temsil eder. Bu kolları ve elleri aynı yerde bağlama şeklini Urfa adamı olarak tanımlanan İLK insan heykeli olma özeliği taşıyan gözleri siyah obsidyen taştan yapılmış heykelde de görmüştüm. Bir yol çalışması sırasında bulunmuştu.

Heykelin ağız kısmı tasvir edilmemişti. Gözlerinin de neden obsidyen taşından yapıldığı bende merak duygusu uyandırmıştı belli ki gözler ön plana alınmak istenmiş ve ağız kısmının olmayışı ilk insan formunda insanların telepatik yolla iletişime geçtiğini düşündürmüştü. Peki, obsidyen taşı ne işe yarardı? Geçmişte kesici ve delici alet yapımında kullanılmış ve deneysel olarak cerrahi neşter bıçağı olarak kullanılmıştır. Maya uygarlığında ayna olarak kullanılmıştır. Türkiye’de en çok çıkan yerlerden biri de Nemrut Dağıdır. Her insanın geçmişinde yaşadığı olaylar bu gününü ve geleceğini etkilemektedir. Belki de gelecek geçmişin ışığından geçmektedir mesajı vermekteydi. Bu taş herkesin kendisini tanımasına ve sahip olduğu gücü ortaya çıkarmasına yardım etmektedir. Terapi gücü yüksek ve özellikle erkeklerde kendine güven ve enerji verdiği bilinmektedir. Belki de o yüzden Şanlıurfa Müzesinde gördüğümüz mızrak uçları da obsidyen taşından yapılmaktaydı. Eskiden Mezarlara obsidyen taşı koyarlarmış bugün hala bazı kesim yakınlarını kaybedince üstü toprakla örtüldükten sonra üzerine bıçak ya da makas koyarlar. Bunları koyma nedenleri kişi öldüğünü hemen anlamadığı için günlük yaşantısında gezdiği yerlerde gezer ve o arada kötü insanlar ölen kişi için büyü yaparlar ki ruhu bedenine mahkûm kalsın ve ruhu özgürleşsin istemedikleri için bu büyüyü yaparlarmış. O nedenle de keskin bir şey koyarak bunu engellediklerini düşünürler.
Göbeklitepe ilk insanlık tarihinin çıktığı yer olarak bakılacak olursa erkek figürüne ait heykellerin ellerinin bağlandığı yer ve kadın figürlerinde doğum yapan kadının tasvir edildiğini düşünürsek, madde yaşama adımın ilk atıldığı yer ve üreme olarak da adlandırabileceğimiz özelliklere sahip kalıntıları görebiliyoruz.

Ancak hepsinin bu kadar ile kalınmayacağı çok aşikâr bir durumdur. Kazılar devam ettikçe gizemleri açığa çıkarsalar da asıl nedenini biz insanların algılama kapasitesine geldiğinde idrak edebileceğimizi düşünmekteyim.
T sütunlarının bu kadar baskın olduğu görüldüğünde, Mu kıtasına kadar gidecek olursak, diriliş ve tekrar doğuşun sembolü olarak tabletlerde geçen T harfine rastlayabiliriz. Aslında tekrar doğan şey topraktır. Yeryüzünde birkaç kere su altına gömülüp tekrar su yüzüne yükselmeyen kara yoktur, her yeniden ortaya çıktığında o tekrar doğmuş olur. Ta yıldızlar ve Ha su’dur. Ta-ha…
Erken dönem insanlığının dinsel kavramlarının gereği olarak, bu ilk topluluklar yeryüzünde yalnızca bir tek gerçek hayat olduğu, bunun insanın ruhunun, eskilerin bazen söylediği gibi insanın ya da içimizdeki insanın hayatı olduğudur. İnsanın madde bedeni yalnızca geçici bir yerleşim yeriydi. Bizlerin hayat dediğimiz diğer yaşam formları da geçiciydi, topraktan gelir, toprağa geri döneriz. Yalnızca insanın madde bedeni öldükten sonra da hayatta kalan ve daima yaşayan ölümsüz bir yanı vardı; yeryüzündeki tek gerçek hayat insan ruhununkiydi.
İnsan yeryüzünde ilk olarak Mu topraklarında ortaya çıkmıştır. İlk gerçek hayatta Mu’da ortaya çıkmıştır. İnsandan aynı zamanda meyve olarak da söz edilir ki meyveleri veren ağaçlardır ve insan da bir ağacın “ilk meyvesiydi” ve bu meyve hayattı. Hayat ağacı yani yaşam ağacı Mu topraklarındaydı. Göbeklitepe de bulunan ağaçta dut ve incir karışımı bir ağaçtı ve söylendiğine göre çocuk sahibi olmak isteyip olamayanlar buradaki ağaca gelir kendilerinden bir parça bağlarlar ve o ağacın enerjisini alıp şifalanmak isterler ki onlarda yaşama meyve verebilsinler.

T harfini MU uygarlığında ve kutsal metinlerde Mu’nun ortaya çıkışını simgelemek için kullanılmıştır.Bu sembol temel alınarak swastika dediğimiz sembolü oluşturmaktadır. İlahi olandan gelen ve dışarı yayılan ilksel güçlerin sembolü olarak alınmıştır.Hatta zamanında bu sembolü ters çevirip kullanan devletlerde olmuştur ancak orijinalini değil tersini çevirerek kullanmışlardır.Ters çevirme amaçları belli ki başkaydı. Bu sembolün kollarının veya güçlerinin hepsi Doğu’ya işaret etmekte ve dördü bir daire oluşturmaktadır. Bu yüzden birincil güçlerin hepsi merkezden iş görmekte ve Doğu yönünde ilerlemektedir. Bu dört kol belki de Urfa, Hatay, Mardin, Diyarbakır olabilir miydi? Neden uyanış Anadolu’dan yayılacaktı ve bu toprakların enerjileri ve gizemleri bize neler anlatmaktaydı. Duyabilmek, hakkıyla anlayabilmek ve yaşayabilmek için her birimize ışık olması ümidiyle…